Ben Bir Doktor Babasıyım

-
Aa
+
a
a
a

Ben doktor babasıyım, 13 Mart 2011 de Ankara sıhhiye meydanındaki mitingde olacağım. Üzerimde oğlumun beyaz önlüğü meydanda toplanan doktorlar ile birlikte şarkı söyleyeceğim. Ben bir doktor babasıyım.

Eşim ve ben oğlumuzun, bir tanecik evladımızın ülkeye yararı dokunsun diye doktor olmasını istedik, teşvik ettik. Gitar almak için para istediğinde on beşinden yeni gün alıyordu. Kendisi için ilk kez bir şey istiyordu. Dar gelirli bir aile olarak istediği gitarı ancak iki yıl sonra alabildik. Ancak o çoktan yolunu çizmiş ve biraz da o alamadığımız gitar yüzünden kendisi için bir şeyler istemekten vazgeçip başkaları için yaşamaya yönelmişti. Her doktor gibi kendini unutup başkaları için yaşamayı seçmiş, çalışıp didinip Tıp fakültesine girmişti. Gurur duyuyorduk oğlumuzla.

Zorlu ve sabır gerektiren öğrenim dönemini başarıyla atlatıp dereceyle girdiği okulundan yine dereceyle mezun oldu. Sırada zorunlu hizmet vardı. 25 yaşına gelmiş ve hafif kamburu çıkmış olsa da oğlumla gurur duyuyordum. Gittiği yerde ailemizi temsil edeceğinden, ülkesine yararlı olacağından kuşkum yoktu. Ben o doktorun babasıyım diye göğsümü gererek dolaşabilecektim. Bir baba daha ne isterdi? ?Ancak hiç de öyle olmadı. Kendi için bir şeyler istemekten çoktan vazgeçip başkalarının hayatı, sağlığı için yaşamaya kendini adamış olan oğlumun çalıştığı ortamı iyileştirmek için verdiği mücadelede hep başarısız olduğundan yakındığını işitiyordum. “Kimse yüzüme bakmıyor, yardımcı olmuyor. Herkes işi görülsün biran önce gitsin arkasına bakmasın istiyor. Bunca hasta, bunca insan arasında yalnızım baba, çok yalnızım” diye yakınmıştı bir seferinde.

Küçüklüğünden beri satranç oynardık oğlumla. İyi de oynardı kerata. Bir keresinde TUS’a hazırlanmaktan bunaldığını ve zorunlu hizmet yaptığı ortamın yarı açık cezaevine benzediğinden yakınınca yanında bir süre kalmıştım. Kafamızı dağıtmak ve dinlenmek için satranç oynuyorduk. Sağlık alanında gerçekleşen reformların hekimleri nasıl bir cendereye sokmakta olduğundan ilk kez orada yakındı. “Hep siyahlara oynayıp savunma hamlesi yapmak zorunda olduğum satranç maçında hissediyorum kendimi. Uzman olsam yine zorunlu hizmete gönderecekler üstüne yan dal uzmanlığı alsam bir kez daha zorunlu hizmet görünüyor. Bu yaşadığım kimin hayatı baba?” diye sorduğunda cevap veremedim. Onu ayakta tutanın daha iyi ve daha başarılı olmanın umudu olduğunu biliyordum. Uzmanlık sınavını kazanıp ihtisasa başladığında bir şeylerin düzeleceğini sanmıştım. Ne de olsa şehre yanımıza geri dönmüştü. Ancak işler yine ters gidiyordu. Oğlum gözümün önünde yaşlanıyor saçları kırlaşıp dökülüyordu. O ise yine mesleği ve mesleğinin gerektirdiklerini öğrenmek uygulamak için kendini parçalıyor gece gündüz çalışıyordu. Eskisi kadar şevkli olmasa da ara sıra satranç oynamayı sürdürüyorduk. Asistan arkadaşlarından birinin acil serviste hasta yakınları tarafından dövüldüğü gün önlüğünü çıkarıp atmış hastaneyi terk etmişti. “Bunları hak edecek bir şey yapmadım, kimse yapmadı. Ama bizi görmüyor, anlamıyorlar. Gitmek istemiyorum artık hastaneye. Kaybedileceği ayan beyan görünen bu maçı oynamak istemiyorum” diye söylenince oturup uzun uzun konuştuk.

Sağlık sisteminin modernleşip geliştiğinden dev bir endüstriye dönüştüğünden böylesi büyük bir dönüşümün sonucu olarak hekimlik mesleğinin sistem içinde eski önemini yitirmesinin kaçınılmaz olduğundan söz edip “doktorların öneminin azalmış olması değerlerinin azaldığı anlamına gelmez, binlerce yıllık hekimlik meslek değerleri, meslek etiği kapı gibi duruyor görüntüye aldanmamalısın” diyerek ikna etmiştim oğlumu. Ertesi gün işe giderken “Yine siyahlara oynayacağım ve kazanamasam da belki bir beraberlik koparırım diye oynamayı sürdüreceğim. Gidiyorum ama o beyaz önlüğü giyip kendimi hedef göstermeyeceğim” diyerek gitmişti hastaneye. Tüm bu yaşananlara rağmen oğlumla gurur duyuyordum.

İhtisası bitirip yine zorunlu hizmete gönderildiğinde kafasında saç kalmamıştı. Yaşından büyük gösteriyordu. Bir keresinde annesi “Sanırım hata ettik. Ne yapıp edip o gitarı almalıydık bu oğlana. Bak o günden beri kendisi için bir şey istemedi. Ne bir evi var ne de ailesi. Evlenmesinden vazgeçtim ne yemek istediğini sorduğumda bile yanıt vermez oldu. Sanki iyisini isterken kötülük ettik oğlumuza” diye söylenince de cevap veremedim.

Geçenlerde oğlumu ilk kez coşkulu gördüm. Tabipler birliğinin Ankara’da tüm yurttan gelen hekimlerin katılımıyla düzenlediği mitingi uzun uzun anlattı. Ancak nöbetlerini ayarlayamadığı için katılamama ihtimali olduğundan yakındı. Diğer mitinglerden farkını sorduğumda ise yine siyahlarla oynasalar ve belki de piyon hamlesi yapıyor olsalar da böylesi bir miting ile ilk kez şah çekme fırsatı doğduğundan söz etti. “Hekimler Ankara’ya yürüyor, baba. Bunca yıl savunmada kalıp ilk kez şah çekiyoruz. Şimdi onlar düşünsün” dedi.

Yaşım ilerledi, sağlık sorunlarım da var ama oğlum katılamasa da onun önlüğünü giyip 13 Mart 2011 günü gücüm yettiğince Ankara Sıhhiye meydanında olacağım. Şaha kış demenin hazzını oğlumun meslektaşları ile birlikte yaşayıp şarkılarını dilim döndüğünce söylemeye çalışacağım.

Ben kim miyim? Dedim ya, bir doktor babasıyım ve her baba gibi oğlumla gurur duyuyorum.